Pages

Subscribe:

11.27.2012

Menopozda nasıl zayıf kalınır?

Menopoz döneminde kadınların en büyük problemi hızla alınan kilolar. Bu kiloların önüne geçmek ise biraz dikkatle mümkün.

Bu dönemde neden kilo alınır?  

"Menopoz döneminde hormon düzeylerindeki değişim metabolizma hızını etkiler ve vücut daha az enerji kullanır.

Bunun yanı sıra kullanılan bazı ilaçlarda metabolizmayı yavaşlatarak daha da iştah artışına neden olabilmektedir. Bazı kadınlar menopoz öncesinde kilo problemi yaşamasalar bile menopozda birkaç kilo artışının gözlenmesi muhtemeldir.

Menopoz yaşı genellikle kadınlarda emeklilik yaşına da denk geldiği için evde oturmak, daha az hareket yapmak da kilo artışını tetikleyen faktör. Bu dönem kilo verme hızını neredeyse yarı yarıya düşürür.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki menopoz dönemindeki kadınlarda tat duyusundaki azalmayla daha çok tatlı yeme eğilimi de görülmektedir."

Neler yapılmalı?

"Düzenli bir beslenme programı uygulanmalı, sık sık ve az az beslenmeli, yemeklerdeki yağ oranı azaltılmalı.

Posadan zengin sebze ve meyvelere ağırlık verilmeli, beyaz ekmek yerine kepekli veya çavdar ekmek tercih edilmeli, su tüketimine dikkat edilmeli ve günde en az yarım saat yürüyüş yapılmalıdır."

Menepoz döneminde sıklıkla rastlanan sağlık problemleri nelerdir?

"Menopozda östrojen düzeyinin azalması ile kalp hastalığı riski yüzde 60 oranında artar ve yüksek kan basıncı görülür. Hızlı kilo artışından dolayı kan bulgularında özellikle şeker seviyesinde düzensizlikler görülebilir.

Yine hormonal değişimin etkisiyle metabolizmayı etkileyen tiroid hormonunun salgılanmasında problemler yaşanabilir. Bu nedenle bu dönemi sağlıklı ve rahat geçirebilmek için düzenli aralıklarla kan tahlillerinin yapılmasını önerilir.

Menopozda östrojen düzeyinde azalmayla kemiklerinden kalsiyum kaybı hızlanır. Bu nedenle kalsiyum gereksinmesinde artış gözlenir. Menopoz öncesi günlük 1000 mg kalsiyum gereksinimi bu dönemde 1500 mg'a kadar çıkar."

Menopoz döneminde hangi yiyecekler dikkatli tüketilmeli?
"Günde 500 ml yağsız süt veya iki kase yağsız yoğurt tüketilmelidir.Kahve, alkol ve aşırı baharatlı yiyeceklerin sıcak basmasını artırmasından dolayı sakınılmalıdır. Onların yerine açık çay veya bitki çaylarından özellikle ısırgan, adaçayı, ıhlamur, biberiyeden destek alınmalıdır.

Günde 2 lt su içilmelidir. Kafeinin kalsiyumu bağlamasından dolayı kafeinli içeceklerden uzak durulmalıdır.

Tuz tüketimi azaltılmalı, yemekleri tatlandırmak için baharat veya sodyumu azaltılmış tuz kullanılmalıdır. Tuz hem vücutta ödem yapar hem de idrarla kalsiyum atımını hızlandırır.

Sebze ve meyveler lifli yiyecekler olduğu için tüketimi artırılmalıdır. Günde üç porsiyon meyve ve altı-sekiz porsiyon sebze tüketilmelidir.

Yağlı balıklar, fındık, badem, ceviz omega-3 yağ asidinden zengin olduğundan beyin ve genel vücut sağlığı için faydalıdır.

Tam tahıllı ürünler ve kurutulmuş meyveler, kuru üzüm, kuru erik de B vitaminlerinden zengindir. Bu dönemde görülen uyku bozuklukları, huzursuzluk, endişe, korku, halsizlik ve sinirlilik gibi belirtiler B vitaminininde eksikliğinin göstergesidir.

Kuru üzümde bulunan elaidik asit sayesinde de kemik erimesi engellenip, östrojen seviyesi dengede tutulmaktadır.

Meyvelerin çoğu potasyumdan zengin olduğu için vücut su dengesinin sağlanmasına yardımcı olur, beyne oksijen iletiminde, kalp ve diğer kaslarımızın da sağlıklı yapısının korunmasında etkisi bulunur.

Yeşil yapraklı sebzeler, soya filizi, soya fasulyesi, nohut ve nar, vitaminle minerallerden zengin olduğu için beslenmede yer almalıdır. Bunlar östrojenin vücuttaki etkilerini dengeler ve menopozun yarattığı etkilere karşı korur.

Az yağlı süt ve süt ürünleri, yeşil yapraklı sebzeler, beyaz lahana, kurubaklagiller, fındık, susam, badem kalsiyumdan zengin besinlerdir. "

Dyt. Özlem Sert Aydın
http://www.ozlemsert.com

Sonbaharda nasıl beslenmeli?

Sonbaharda vücutta meydana gelen değişikliklere uyum sağlamak alınacak birkaç önlemle mümkün.

Mevsim geçişlerinde metabolizma hızının değişmesi, bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riski de artıyor.
 
Grip ve nezleden korunmak için vücut direncini sağlayan vitamin ve minerallere ağırlık vermek gerekiyor.
             
Metabolizmaya yardımcı olan vitamin ve mineraller, enerji üretimi, protein sentezi, kemik, diş, saç, deri sağlığı ve görme fonksiyonlarının sürdürülmesinde önemli yer tutuyor.

Özellikle hangi vitaminler önemli?

"Kış aylarında antioksidant olarak da görev yapan ve bağışıklık sistemini güçlendiren C vitamini, bağ dokuları koruyarak vücutta birçok yapının birarada tutulmasını sağlıyor ve diş etlerini koruyarak kanamayı önlüyor.
 
Bitkisel kaynaklı demirin emilimini hızlandıran ve soğuk algınlığında anti-histaminik etki göstererek belirtileri hafifleten C vitamini, vücutta depo edilmediği içinse günlük olarak tüketilmesi gerekiyor.
 
Sigara içenlerin içmeyenlerden iki kat fazla tüketmesi gerektiği C vitamini, sadece limon, portakal gibi turunçgillerden değil, kuşburnu, kırmızı ve yeşil sivri biber, kivi, maydanoz, roka, domates de bulunuyor.

Bir diğer önemli antioksidant ise A vitamini. Havuç, ıspanak, kabak, domates, karaciğer, brokoli, marul, kayısı ve kavunda bulunan A vitamini, kandaki beyaz hücre aktivitesini artırarak kanser tümörleriyle savaşmaya da yardım ediyor."

Kahvaltı kilo artışını önlüyor mu?

"Güne kahvaltı ile başlamaksa hem metabolizmayı hızlandırıyor hem de kan şekerini dengeleyerek kilo artışını önlüyor.


 Bütün besin gruplarını içeren bir kahvaltı (ekmek, peynir, zeytin, domates, sivri biber ve haftada üç kez yumurta) bağışıklık sistemini de güçlendiriyor."

Başka nelere ağırlık vermek gerekiyor?

"Omega-3 yağ asitlerinden zengin olan balık da haftada en az iki kez tüketilmeli. Vücutta bulunan kötü huylu hücrelerin etkilerini azaltmak veya yok etmek için önerilen balık, bağışıklık sistemini de güçlendiriyor.

Protein ve enerji bakımından yetersiz ve kötü beslenildiğinde de bağışıklık sistemi zayıflıyor. Yağ ve kolesterol tüketimi, protein alımı ve diyet lifi de en az besin çeşitliliği kadar önemli." 
 
Kurubaklagiller ne sıklıkla tüketilmeli?

"Hem protein hem lif hem de demir açısından zengin olan kurubaklagillerin haftada bir, iki kez tüketilmesi de vücuda yarar sağlıyor."

Sıvı tüketiminde nelere dikkat edilmeli?

"Organizmanın bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz etkiler yapan alkol tüketim miktarının kısıtlanması gerekirken, metabolik sürecin devamında büyük rolü olan suyun yiyeceklerin sindirilmesi, vücuttan atılması, vücut ısı denetimi, hücrelerin organizmadaki hareketleri için günde 2 lt. tüketilmesi gerekiyor."


 


Dyt. Özlem Sert Aydın
http://www.ozlemsert.com

11.24.2012

Çocukta konuşmanın gecikmesi


Çocuklar 1 yaşında bir kelime, 2 yaşında iki kelimelik cümle "anne gel", "mama ver"gibi, 3 yaşında da 3 kelimelik cümle kurarlar.
Çocuklarda konuşma gecikmesinin birkaç sebebi olabilir, bunlardan en önemlileri;
1. Ailede geç konuşmuş bireyler vardır ve çocuk onlara çekmiştir
2. Çocukta işitme sorunları vardır
3. Gelişimsel olarak yaşıtlarından geridir
4. Evde birkaç yabancı dil konuşuluyordur
5. Anne veya bakım veren kişi çocukla ilgilenmiyordur, ihmal ediyordur veya kendi sorunları nedeniyle ilgilenemiyordur. Çocukla karşılıklı iletişime geçmek yerine çok fazla TV, reklam ve müzik kanalları izlemesine izin veriliyordur bu da konuşmayı geciktiriyordur.
6. Çocukta konuşmayı geciktiren “Yaygın Gelişimsel Bozukluk” grubundan bir bozukluk vardır. Bunların başında otizm gelir. Eğer çocukta konuşma başlamamışsa  veya başlamış olsa bile "aynı kelimeyi tekrar etme", "söylenenleri tekrar etme", göz teması kurmama, etrafa ilgisiz davranma, kendi etrafında dönme, sallanma, markalara  ilgi gösterme, oyuncakların parçalarıyla ilgilenme (örneğin arabaların tekerleklerini çevirme) gibi davranışlar eşlik ediyorsa  bu durumdan şüphelenilmelidir ve acilen yardım alınmalıdır.
www.cocukvegenc.com

Hamilelikte yüksek ateşe dikkat

Halk arasında ateş olarak da tanımlanan vücut sıcaklığının anormal derecede yükselmesi "hipertermi" olarak adlandırılır.

Hamilelikte ateş yükselmesi bazı sorunlara neden olabilir.Beyoğlu Özel Avusturya Sen Jorj Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op.Dr.Adli Şadi Karaman hamilelik ve yüksek ateş hakkında bilgiler verdi.
Hamilelikte Yüksek Ateş:
Tıpta yüksek ateş ya da hipertermi olarak bilinen durum, vücut ısısının normal değerler üzerine çıkmasını ifade eder. Normal vücut ısısı 36-37 derece ( C ) arasında seyreder. 37 derece ( C ) nin üzeri durumlar yüksek ateş olarak kabul edilir. Ateş yükselmesi vücutta oluşan normal dışı bir durumun ilk belirtisidir ve vücut savunma mekanizmalarının faaliyete geçtiğini bize bildirir. Hamile kadınlarda normal vücut ısısı
Hamile olmayanlarla aynıdır. Tek fark yüksek hormon seviyeleri ve vücut direncindeki düşüklük nedeni ile hamile kadınlarda yüksek ateşin daha kolay ortaya çıkması ve etkilerinin de çok önemli olmasıdır.
Hamilelikte yüksek ateş nedenleri nelerdir?
İki grupta incelenirler:
1) Enfeksiyon nedeni ile ortaya çıkan yüksek ateşler:
Gebelikte en sık görülen enfeksiyonlar, gribal enfeksiyonlar, akut üst solunum yolu enfeksiyonları ve üriner (idrar yolları) enfeksiyonlarıdır.
2) Enfeksiyon dışı nedenlerle ortaya çıkan yüksek ateşler
Bu grupta da yüksek ısıya uzun süre maruz kalmak (hamam, sauna, güneş çarpması) ve alerjik reaksiyonlar ve gıda zehirlenmeleri sayılabilir.

YÜKSEK ATEŞİN HAMİLELİKTE ZARARLARI

Yüksek ateşin hamilelikteki olumsuz etkileri, ateş oluştuğundaki gebelik yaşı ve ateşin yükseklik derecesi ve süresi ile ilgilidir. Yüksek ateşin zararlı etkilerinin genellikle 39.derece ( C ) üzerinde ortaya çıktığı bilinmektedir.
1) İlk Üç Aydaki Zararlı Etkiler: İlk üç ay yüksek ateşin hamilelikte en tehlikeli olduğu ve en çok hasar oluşturduğu dönemdir. Bu dönemde organ oluşumları devam etmekte olduğundan ateşin olumsuz etkileri fazladır. Başlıca olumsuz etkiler:
 a) Düşük riskinin artması
b) Nöral Tüp Defektleri denen sinir sistemi oluşum kusurları: Sinir sistemi oluşumu 3-8 haftalar arasında tamamlanır. Bu süre içinde yüksek ateşe maruz kalan gebelerde sinir sisteminin açık kalması ve merkezi sinir sistemi kusurları 3 kat daha fazla oluşmaktadır.
 c) Baş gelişim anomalileri (Mikrosefali )
 d) Göz, damak, çene anomalileri
 e) Kalp kapak anomalileri, sol kalbin gelişme geriliği
 f) Kol ve bacak anomalileri
 g) Zeka geriliği
2) İkinci Üç Aydaki Zararlı Etkiler: Yüksek ateşin en az zarar verdiği gebelik dönemidir. Az sayıda erken doğum ve su kesesi erken açılması rapor edilmiştir.
3) Son Üç Aydaki Zararlı Etkiler: Bu dönemde yüksek ateşin en sık neden olduğu sorun su kesesi erken açılması ve bazı enfeksiyonların yol açtığı Korioamnionitis denen amnion suyunun iltihaplanması durumudur. Bu durum hem anne hem de bebek hayatını tehdit eden son derece ciddi bir hastalıktır. Yüksek ateş doğum ağrılarının erken başlamasına da sebep olmaktadır.

TEDAVİ VE KORUNMA
Hamilelikteki yüksek ateşin tedavisindeki asıl amaç ateşin düşürülmesi ile birlikte
ateşe neden olan faktörün ortadan kaldırılmasıdır. Ateş nedeni enfeksiyon ise bakteriolojik çalışmalarla (Kültür, antibiogram) etken mikroorganizma tespit edilip uygun ve gebeliğe zararsız antibiotiklerle (Ör:Penisilin ve ampisillin grubu gibi) enfeksion tedavi edilmelidir.
Ateşin düşürülmesi için ılık duşlar, soğuk kompresler ve Parasetamol grubu ateş düşürücü ilaçlar kullanılabilir.
Ateş nedeni enfeksiyon dışı faktörler ise bunlardan uzaklaşmak yeterlidir.( Sıcak ortamlardan uzaklaşmak, allerjik yiyecekleri tüketmemek gibi )
Korunma tedbirlerinin başında gebelerin enfeksiyon riskinden kaçınmaları gelmektedir. Özellikle hasta olan ortamlara girmemeleri, kalabalık yerlerde maske takmaları faydalı olmaktadır.
Vücut direncini artırmak için hamilelerin dengeli beslenmeleri, gerektiğinde multivitamin kullanmaları son derece önemlidir.
Hamilelerin ayrıca sıcak hamam, sauna, sıcak küvette banyo gibi ortamlardan kaçınmaları ve güneşte fazla kalmamaları gerekmektedir. Sıcak günlerde ve ortamlarda hamileler çok su içmelidirler.

11.20.2012

Erken ergenlik sebebi olabilir

Acıbadem Kadıköy Hastanesi çocuk ve ergen endokrinolojisi uzmanı Prof. Dr. Serap Semiz, erken ergenliğin çocuğun psikolojik sorunlar yaşamasının yanı sıra ileride kısa boylu kalmasına da neden olabildiğini bildirdi.

Prof. Dr. Semiz, yaptığı yazılı açıklamada, çocukların ergenlik başlama yaşının genellikle anne-babanın ergenlik yaşlarına paralellik gösterdiğini belirterek, ancak bazen çocukların erken dönemde ergenliğe girebildiklerini ve bu durumun hem ruhsal hem fiziksel sağlıklarını olumsuz yönde etkilediğini kaydetti.

"ÇOCUKLARINIZI DOĞAL YOLLARLA BESLEYİN"

Erken ergenliğin tek bir nedeni olmadığı için tamamen önlenmesinin mümkün olmadığını aktaran Semiz, ancak çocukların katkılı gıdalardan uzak tutulması, sağlıklı ve dengeli beslenmelerinin sağlanması, aktivitelerinin artırılması, spora yönlendirilmesi ve cinsel uyarılardan korunmasının önem taşıdığını kaydetti.

Semiz, “Aileler, çocuklarında erken ergenlik belirtileri fark ettiklerinde zaman kaybetmeden uzman bir hekime başvurmalıdır. Çünkü erken ergenlik, çocuğun psikolojik sorunlar yaşamasının yanı sıra ileride kısa boylu kalmasına da neden olabiliyor” uyarısında bulundu.

"KİMYASALLAR DA SEBEP OLABİLİR"

Erken ergenliğin, hormonlu yiyecekler ile plastik, deterjan, böcek ilaçları ve endüstriyel kimyasallar gibi dışarıdan alınan maddelerle ilişkili olabildiğini kaydeden Semiz, hızlı boy ve kilo artışı ile cinsiyet özelliklerinin belirginleşmesiyle erken ergen olan çocukların akranlarından farklılaşmasının çeşitli sorunlara yol açtığını vurguladı. Semiz, açıklamasında “Erken ergenlikte yaşanan bir başka önemli sorun ise boy kısalığı. Cinsiyet hormonlarının etkisiyle yaşıtlarından önce hızlı boy atan çocuğun kemiklerindeki büyüme kıkırdakları erken kapanacağı için büyümesi yaşıtlarından önce tamamlanıyor ve final boyu kısa kalıyor” görüşüne yer verdi.

Bu durumda ihtiyaç duyulursa hormon tedavisine başvurulabildiğine dikkati çeken Semiz, genellikle ailelerin çocuklarına hormon verilmesine dair endişeleri olduğunu, oysa bu tedavide kullanılan ilaçların kalıcı etkileri olmadığını belirtti.

Sezaryen yasası umarım işe yarar

Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Ali Turhan Çağlar, tıbbi zorunluluk bulunması halinde doğumun sezaryenle yapılmasını düzenleyen kanun tasarısının yasalaşmasıyla ilgili, “Sezaryenin önüne geçmek için yasal tedbirler önemli, umarım işe yarar.

Ancak sadece yasalar yeterli değil, hekimler ve hastanın kendisi de sezaryenin azaltılmasında çok önemli rol oynuyor” dedi. Çağlar, “Riskli Gebeliklerde Doğum Zamanı Çalıştayı”na katılmak için geldiği Sivas'ta, sezaryenle doğumların son yıllarda bir çok ülkede arttığını söyledi.

Doğumların ABD'de yüzde 30, İskandinav ülkelerinde ise yüzde 20'sinin bu yöntemle yapıldığına dikkati çeken Çağlar, “Türkiye'de çok daha fazla. Yüzde 15-20'lerden son yıllarda yüzde 60'lara kadar çıktı. Hatta bazı özel hastanelerde bu rakam çok daha yüksek” diye konuştu.
Bir kere sezaryenle doğum yapınca diğer doğumların da aynı şekilde olacağını dile getiren Çağlar, “Anne adayı korkuyor ve bu yöntemin kolay olduğunu sanıyor. Doktorlar da anneyi buna yönlendiriyor. Vatandaşlarımız doktorlardan çok medyaya kulak veriyor. Bu nedenle medyaya da, sezaryenin zararlarının anlatılması noktasında önemli görev düşüyor” dedi.

RAHİM YIRTILMASI VAKALARI

Sezaryenli doğumlardaki artışla komplikasyonların da arttığını ifade eden Çağlar, daha önce görmedikleri komplikasyonlarla karşılaştıklarını, 5. kez sezaryene gelen anne adayları gördüklerini belirtti.

Doç. Dr. Çağlar, sezaryenli doğumlarda sık rastlanan vakaların başında rahim yırtılması geldiğini bildirerek, şunları kaydetti:
“Doğum başlamadan veya doğum sırasında sancılarla rahim yırtılıyor. Bu durumda hasta rahmini kaybediliyor. Hatta hasta ve bebek ölebiliyor. Bu çok önemli bir komplikasyon. Normal doğumda görülme oranı yüzde 1-,1.5 iken sezaryende 4-5 kat daha fazla. Yine en sık rastlanan komplikasyon bebeklerde solunum yolu rahatsızlıkları. Bebek ölümü, bebekte gelişme geriliği, beslenme bozukluğu ve astım da sıkça rastlanan komplikasyonlar arasında yer alıyor. Yine her sezaryenle doğumda bir öncekine göre riskler artıyor.”

Sezaryenle doğan bebeklerin en az ilkokul çağına kadar düzenli aralıklarla takip edilmesi gerektiğini vurgulayan Çağlar, tıbbi zorunluluk bulunması halinde doğumun sezaryenle yapılmasını düzenleyen kanun tasarısının yasalaşmasını önemsediklerini belirtti.
Yasayı değerlendiren Çağlar, “Sezaryenin önüne geçmek için yasal tedbirler önemli, umarım işe yarar. Ancak sadece yasalar yeterli değil, hekimler ve hastanın kendisi de sezaryenin azaltılmasında çok önemli rol oynuyor” dedi.

11.15.2012

ERKEN TEŞHİS İÇİN GEC KALIYOR


Dicle Üniversitesi (DÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi Prof.Dr. Sait Alan, “Bölge halkı tedavisi zor olan kanser hastalığına karşı bilinçsiz olduğu için genelde son evrede bize başvuruyor” dedi.
 
 
Prof. Dr. Sait Alan, yaptığı açıklamada, Sağlık Bakanlığı verilerine göre, Türkiye'de yılda 120 bin, Diyarbakır'da ise 2 bin kişiye kanser tanısı konulduğunu söyledi.
 
Alan, tüm dünyada olduğu gibi Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde de kanserli hasta sayısının arttığına dikkati çekti. Prof.Dr. Alan, Onkoloji Hastanesindeki polikliniklere günde yaklaşık 100 hastanın başvuruda bulunduğunu belirtti.
 
Diyarbakır'da yılda 2 bin kişiye kanser tanısı konulduğunu bildiren Alan, “Bölge halkı tedavisi zor olan kanser hastalığına karşı bilinçsiz olduğu için genelde son evrede bize başvuruyor. Oysa kanser hastalığında erken teşhis ve tedavi önem arz ediyor” diye konuştu.
 
Prof.Dr. Alan, Onkoloji Hastanesinin tüm bölgenin ihtiyacına cevap verecek kapasitede olduğuna da işaret ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Hastanemizdeki yatak sayısına ilave olarak ayakta tedavi ünitelerini de hayata geçirdik. Günde 200 kanserli hastaya ayakta tedavi hizmeti veriyoruz. Hastalar ilk tedavilerinin ardından ayın belli günlerinde gelip ayakta ilaçlarını alarak tedavilerini sürdürüyor. Hastalarımız ilaçları için hazırladığımız modern ünitede televizyon seyrederek tedavilerini gerçekleştiriyor.”
 
Alan, hastanelerindeki doluluk oranının önceki yıllara göre yüzde 100'e ulaştığını söyledi. Hastanelerinde son bir yıl içerisinde 114'ü bölgede yapılamayan ameliyat olmak üzere toplam 4 bin 541 ameliyat yapıldığını belirten Alan, “Üniversite hastanesi hem bölgede hem de komşu ülkelerde tercih ediliyor” dedi.

STRES ARTTIKÇA, IBS ALEVLENİYOR


Kısa adı IBS olan irritabıl bağırsak sendromu zamane hastalıklarından biri. Çoğunluğu genç ve orta yaşta olan her yüz kişiden 20'si IBS nedeniyle sıkıntı yaşıyor. Kadınlarda erkeklere göre daha sık görülen hastalıklardan olan IBS hayati bir tehlike yaratmıyor ancak yaşam kalitesini bozuyor.
 
IBS şişkinlik, gaz ve dışkılama bozukluğu, karın bölgesinde huzursuzluk hissi ve karın ağrısı gibi belirtiler gösteriyor. Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Gastroentereloji uzmanı Prof. Dr. Cengiz Pata, hastalığın kod adının "A.Ş.K." olduğunu söylüyor. Çünkü sendromu en iyi anlatan üç belirti, ağrı, şişkinlik, kabızlık, kısacası A.Ş.K.  
STRES ARTTIKÇA, IBS ALEVLENİYOR
"Psikiyatrik bir hastalık" değil. Fakat bazı psikolojik ve psikososyal faktörlerin tetikleyici olduğu düşünülüyor. Prof. Dr. Pata, "Günlük stres arttıkça, hastalık karşımıza daha sık çıkıyor. Bazen hastalar son derece keyifli oldukları, tatillerde dahi IBS'den çekebiliyor. Hastaların büyük çoğunluğu stresin belirtileri tetiklediğinden bahseder" diyor. Depresyon-anksiyete, somatoform bozukluk (fiziksel neden olmadan hastalık belirtileri ortaya çıkması), yaşam stresinin de etkili olduğu biliniyor. Ayrıca göç eden toplumlarda, fiziksel veya seksüel suistimale uğrayanlar da yine daha sık görülüyor. Yaşam boyu farklı zamanlarda etkili olan başka psikolojik stresler etkili olabiliyor. Eşle geçimsizlik, okulda veya işte sorun yaşamak gibi. Bunlar gerginlik, anksiyeteye yol açıyor.  
Prof. Dr. Pata, IBS'lilerin  beyindeki ağrı algılama merkezlerinin daha çok çalıştığını söylüyor. Ağrı eşikleri daha düşük. Ayrıca bu kişiler, bağırsaklardaki gaza daha hassas. Başkasında ağrı yapmayan gaz, bunlarda ciddi sıkıntı yaratıyor.  
Sorunun kadınlarda daha sık görülmesi iki nedene bağlanıyor. İlki kadınların ağrı algısı daha fazla. İkinci suçlu progesteron hormonu. Nitekim yumurtlama dönemlerinde kadınların IBS şikayetleri artıyor.
TEK İLAÇ YETMEYEBİLİR
Nedeni ve mekanizması tam olarak bilinmediği için çok etkili ve kesin tedavisi henüz bulunmuyor. Tedavide esas, kişiyi rahatsız eden bulguların kontrol altına alınması. Bunun için şikayetleri tetikleyen sebepler araştırılıp bunlardan uzak kalınması öneriliyor. Şikayetin türüne göre bağırsak spazm gidericiler, gaz azaltıcı ilaçlar, ağrı kesiciler, antidepresan tedaviler, dışkıyı yumuşatıcı ilaçlar ve yaşam tarzında yapılan değişiklikler kişiye özel olarak düzenlenen tedavide önemli bir yere sahip.

11.02.2012

Kansızlık göz ardı ediliyor

Kansızlık göz ardı ediliyor
kansizlik tedavisi
En fazla genç kadın ve çocuklarda demir eksikliği olarak görülen kansızlık, diğer hastalıklarla karıştırılması nedeniyle genellikle göz ardı ediliyor. 
Kandaki alyuvar veya alyuvarlara renk veren hemoglobin sayısındaki azalma, kansızlık olarak adlandırılıyor.
  
Hemoglobinin üretilmesinde gerekli olan demir, besinlerle yeterli miktarda alınmazsa hastalığın oluşmasına zemin hazırlıyor. 

Hemoglobin miktarı ne olmalı? 
"Hemoglobin miktarı erkeklerde 13 g/dL, kadınlarda 12 g/dL, altı ay ile altı yaş arası çocuklarda 11 g/dL nin, 6-14 yaşlarda 12 g/dL nin altındaysa kişi anemik kabul edilir. 
  
Beslenmenin yanı sıra kişide karaciğer, böbrek rahatsızlıkları ve kanser gibi ciddi hastalıklarda görülen iç kanama varsa demir eksikliği kansızlığın nedeni olabilir."
  
Kansızlığın belirtileri nelerdir?
  
"Halsizlik, yorgunluk, soluk bir cilt, asabiyet, uykusuzluk, konsantrasyon eksikliği, saç dökülmesi, tırnaklarda incelme görülebilir. 
  
Dünya nüfusunun yüzde 30'unda görülen kansızlık ileri derecelerde elde ve ayakta karıncalanma, depresyon, çarpıntı, kulak çınlaması gibi yakınmalara neden olur. 
  
Özellikle kış aylarında el ve ayaklarda üşüme ile kendini gösterir. Bu tip şikayeti olanlar en yakın bir zamanda hematoloğa başvurmalıdırlar.
  
Eğer kansızlık demir eksikliğinden oluşuyorsa ağız kenarlarında ve dilde yaralar, tırnaklarda çatlaklar, toprak, buz ve kirece karşı istek olabilir. 
  
Folik asit eksikliğinden kaynaklı ise depresyon, ishal, şiş bir dil olabilir. B-12 vitamini eksikliğinden oluşuyorsa da kilo kaybı, depresyon, hafif renk körlüğü, duyu kaybı ve kararmış bir cilt görülebilir."
  
Kansızlık nasıl tedavi edilir?

"Tedavide öncelikle kansızlığa sebep olan unsurları öğrenmek gerekir. Fazla adet kanaması veya hemoroid kanaması varsa tedavi edilmelidir."

Beslenmeye bağlı olan bir durumsa dikkat edilmesi gerekenler:

Kırmızı et, karaciğer, balık, yumurta sarısı,  kurubaklagiller, kuru üzüm, kuru incir, yeşil yapraklı sebzeler, ayçekirdeği, fıstık, ceviz, badem, soya fasülyesi demirden zengin yiyecekler tüketilmeli Demir emilimini artıran C vitamini alınmalı. Öğünlerde ana yemeklerin yanında domates, maydanoz, sivri biber, marul içeren limonlu salata tercih edilmeli İçinde bulunan laktik asit demirin vücutta depolanmasını kolaylaştırdığı için yoğurt tüketimi artırılmalı Demir emilimini azaltan besinler fazla tüketilmemeli. Çay, kahve, kola, sigara, alkol ve kepekli ekmek. Yemekten en az yarım saat sonra çay veya kahve tüketilmemeli Sebzelerin haşlama suyu atılmamalı Sebzeler mümkün olduğunca az suda veya düdüklü tencerede pişirilmeli 

Dyt. Özlem Sert Aydın
http://www.ozlemsert.com
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Sayfamızı Beğenmenizle
Mutluluk Duyarız